25 Ağustos 2005

Ahırkapı Feneri 148 yıldır ışıldıyor

Burak AKBULUT - Hürriyet

Ahırkapı Feneri, 148 yıldır verdiği ışıkla İstanbul Boğazı’ndan geçiş yapan gemicilerin rehberi. Fenerde yaşayan fener bakıcısı Ahmet Sarpbaş, günümüzde elektrikle çalışan fenerin, herhangi bir sebeple arıza yapması durumunda, hálá Osmanlı dönemindeki gibi kurmalı sistemle çalıştırılabildiğini söylüyor.
Eminönü, Ahırkapı’da denizden yüksekliği 36 metre, zeminden yüksekliği de 26 metre ve 136 basamaklı olan Ahırkapı Feneri, her 5.5 saniyede yarım saniye ışık veriyor. Gelişen teknoloji ile birlikte elektrik motoruna bağlı olarak çalışan fener, arıza durumunda ağırlık mekanizması ve bir zemberek aracılığıyla hareket edebiliyor. Ahırkapı Feneri’nin bakıcılığını 11 yıldır Ahmet Sarpbaş üstlenmiş durumda. Fener’in artık ne zaman arıza yapacağını tahmin ettiğini söyleyen Sarpbaş, ‘Eskiden her iki buçuk saatte bir kurmak gerekirdi. Ama günümüzde fener elektrik tahriki ile çalışıyor. Akşamları 20.40’da yanıyor, sabaha karşı 06.00 gibi sönüyor. Ancak herhangi bir sebepten dolayı fener çalışmasa bile 1857 yılındaki kurmalı sistemi devreye sokabiliyoruz. Yani, fener ilk günkü işlevini hala koruyor’ diyor.

PUSULA İŞLEVİ GÖRÜYOR
Fenerde ailesiyle birlikte yaşayan Ahmet Sarpbaş, 11 yaşındaki oğlu Altan’ın ve eşi Çiğdem Sarpbaş’ın da artık bu yaşama alıştığını söyleyerek, ‘5 odalı dubleks bir yerde oturuyorum. Ne altımda, ne üstümde yaşayan var’ diyerek gülüyor. Gemicilerin ilk gördükleri eneri rota olarak aldıklarını söyleyen 43 yaşındaki Sarpbaş, ‘Ahırkapı Feneri, 5.5 saniyede bir yanması özelliği ile boğazdaki tek fener. Bu özelliği ile aynı zamanda pusula işlevini görür’ diye konuşuyor. Fenerin tarihçesiTarihi Ahırkapı Feneri, önemli bir deniz kazasından sonra yaptırıldı. Söz konusu kaza, 1755 yılında Mısır’a gitmekte olan bir kalyonun fırtınaya kapılarak Kumkapı’da karaya oturması ile meydana geldi. Olayı öğrenen III. Osman ve Sadrazam Sait Paşa, Kumkapı’ya giderek kurtarma çalışmalarını izledi. Kurtarılan gemicilerden biri, ‘Eğer burada ve surlar üzerinde bir kandil yakılırsa, gemiler ışığı görerek yollarını bulurlar’ dedi. Bunun üzerine III. Osman, bir fener yapılmasını emredince Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa bir fener inşa ettirdi. Temelleri o yıllarda atılan Ahırkapı Feneri, bugünkü halini 1857 yılında aldı. Fransız Fenerler İdaresi tarafından yaptırılan Ahırkapı Feneri, hálá eski güzelliğini muhafaza ediyor.

07 Ağustos 2005

Prof.Dr. EYİDOĞAN'DAN:

ORTAYLI YAZISININ HATIRLATTIKLARI

Prof.Dr. Haluk Eyidoğan

Sayın İlber ORTAYLI nın 7 Ağustos 2005 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan 'Eminönü İlçesine sahip çıkalım' başlıklı makalesindeki önemli teşhisler' ve 'cesur öneriler' için çok sağolsun. Ellerine sağlık.

Bu tarihi yarımada parçasını kurtarmanın birinci ve köktenci yolu Sayın Ortaylı'nın belirttiği gibi 'abuk sabuk yapıları yıkmak' olacaktır. Bu yoz yapıları saptamak çok kolaydır ve zaten bunların büyük bir bölümünün depreme hazırlık çalışmaları kapsamındaki yeniden planlama ve kentsel dönüşüm çerçevesinde yıkılması gündeme gelecektir.

Teşhislerden önemli bir tanesi de bu bölgenin yerli halkının buradan kaçmış olmasıdır. Maalesef eğitim ve kültür merkezi olarak planlanması gereken bir yer imalathane ve iş merkezleri ile doldurulmaya başlayınca gelinen nokta böyle olmuştur ve bu devam etmektedir. İstatistikler bunu ortaya koyuyor. İstanbul'un kültür düzeyi yüksek, geliri iyi erkanı bu bölgeye yerleşmek için gelebilse, imalathaneler ve iş yerleri de başka bir yerlere gitse bu sorun çözülme startı alabilir. İstanbul Üniversitesi'nin bir çok fakültesini Avcılara taşıdılar. Allahtan binaları duruyor. Perşembe pazarı için Perpa, bir sürü iş için İkitelli Sanayi sitesi kuruldu ama hala işyerleri Eminönü'nde. Karaköy-Kasımpaşa arası sahilin bugün ne halde olduğunu düşünsenize. Akşam orada oturup manzarayı seyredecek bir mekan kaldı mı? Eminönü meydanınındaki motor iskelesinden Eski Ticaret Odası (şimdiki İstanbul Ticaret Üniversitesi) arasındaki mezbelelik ne? Tarihi yarımadayı moloz ve çöplerden kurtarmak zamanı geldi geçiyor. Bulunduğu mekana aidiyet hissiyatı olmayan bir insandan o mekana ne katkı beklersiniz. 'Ben buradan gelir geçerim, geçerken de götürürüm' anlayışının sonuçları bunlar. Bu tarihi yarımadada Üniversite, Otel, Turistik işyerleri ve diğer kültürel faaliyet erbabı için mekanlar dışında diğer faaliyet alanları giderek kısıtlanırsa ve o meslek erbabının burada konutlanması sağlanırsa sanırım önemli mesafe alırız. Sayın Ortaylı'nın 'Yerin üstündeki Osmanli-Bizans eserleri kadar yerin alti da onlarla doludur' teşhisi üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Bunların araştırılması ve ortaya çıkarılması için şu anda üstünde olan bir sürü işe yaramaz yapının kaldırılması gerekiyor. Çok zor bir iş. Ama o zoru başarmadan tarihi hüviyeti sergileyemezsiniz. Sergileyemediğiniz tarihi eserlere de kimse gelmez. Yeraltındaki eserlerinin ortaya çıkarılması için arkeologlara ve jeofizikçilere epey iş düşecek. Günümüzde yüksek ayrımlama niteliğine sahip cihazlarla yeraltını görüntülemek daha kolay ve hızlı.

Bu konu vesilesiyle bir öneride bulunmak istiyorum. Eminönü platformu tarihi yarımadanın bir bölümü. Fatih, Haliç kıyıları ve Pera da bu platformun içine alınabilse ve 'Tarihi Yarımada Platformu'na dönüşse acaba nasıl olur. Bir öneri....

İLBER ORTAYLI YAZIYOR: EMİNÖNÜ

Eminönü ilçesine sahip çıkalım.


İlber ORTAYLI

Eminönü ilçesini ayağa kaldırmak için gerekirse özel kanun çıkartmalıyız. Yapılan abuk sabuk binaları en kısa zamanda buldozerle temizlemek zorundayız. Eğer bu imar hamlesini yapmazsak, torunlarımız bunu bizimle alay ederek yapacak...

İstanbul'un merkez ilçesidir. Türkiye'nin ve imparatorluklar İstanbul'unun merkezi bugünkü Eminönü ilçesinin sınırları içerisinde kalır. Byzantion aşağı yukarı Sarayburnu ve Topkapı mıntıkasını kapsardı. Büyük Konstantin'in kurduğu şehir ise bugünkü Eminönü bölgesi yani Sarayburnu, bugünkü Haseki ekseni arasında yer alırdı. Konstantin surlarının bu bölgeden geçtiği anlaşılıyor. İstanbul ancak kuruluşundan bir asır sonra İmparator Theodosyus tarafından bugünkü surlarla genişletilmiştir.

Eminönü hiç kuşkusuz dünya başkentinin 1500 yıllık yüksek düzeydeki mimari mirasını yer üstünde ve yeraltında barındırır. Dünyada altıncı asırda inşa edilen Ayasofya'dan daha büyük mabet ve bina yoktu ve on altıncı asırdan itibaren gene bu bölgede dünyaya parmak ısırtan diğer cami ve abideler yapıldı. Yerin üstündeki Osmanlı-Bizans eserleri kadar yerin altı da onlarla doludur. Ortadan kaybolan kaç hamamın, medresenin, kaç mezarlığın ve çeşmenin kalıntıları yerin altındadır. Bildiğimizden çok bilmediğimiz var ve her hoyrat hafriyat ve kazıda bunların birçoğu harap olmaktadır. Eminönü ilçesi yeni belediye başkanı Nevzat Er tarafından yaptırılan birtakım anket ve sayımlarla durum daha iyi anlaşılıyor. Bir kere bu bölge Türkiye'nin en hızlı fakirleşen ve nüfus kaybeden ilçesidir. 2000 yılında hane sayısı 7 bin 577 iken -ki bu sayımı Devlet İstatistik Enstitüsü yapmıştır- Eminönü Belediyesi'nin 2003 yılında yaptırdığı araştırmalarda hane sayısının 6 bin 400'e, bir yıl sonra 2004'te 6 bin 2'ye düştüğü görülmüştür. Gerçek anlamda konutlaşmak ve orta sınıfa açılmak gerekiyor. Eminönü nüfusunun çoğunluğu gündüzcüdür. Burada geceleyenler fakirdir. Nitekim 25 bin 68 kişilik gececilerin içinde yüzde 55'i erkek, yüzde 45'i kadındır. Bu bekar nüfusun yaşadığı tipik bir çöküntü havzası havasını vermektedir. 24 yaşın altındaki nüfus yarıdan çoktur. Genel nüfusunun yüzde 20'si okuma yazma bilmeyen Eminönü sakinleri Türkiye cehalet ortalamasının da hayli üstünde bir oran sergilemektedir. Daha korkuncu, bu nüfusun yüzde 33'ünün devamlı bir işi varken yüzde 67'si işsizdir. Ancak, süratle değişen nüfusun kökeni ilk başta Orta Anadolu bölgesiyken, 2004 anketinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu ağırlık kazanmıştır. Çalışan nüfusun yüzde 70'e yakını düşük gelir grubu içindedir. Kazandığının yarısını yiyeceğe, öbür yarısını sefil ve konforsuz konutlara kira olarak vermektedir. Burada İstanbul doğumlular çoğu genç olmak üzere yüzde 7,5 oranındadır. Hülasa bu nüfusun ne yaşadığı hayat, ne refahı ne de eğitimi itibarıyla Eminönü'yü sevmesi, benimsemesi mümkündür. İmparatorluklar devrinde en seçkin nüfusun yaşadığı, daha 20'nci yüzyıl ortasında bile Fuad Köprülü (Akbıyık'ta), Kâzım İsmail Gürkan (bugün ismini taşıyan Yerebatan civarındaki caddede) gibi ünlü profesörlerin yaşadığı Eminönü ilçesi, artık seçkin İstanbulluların ancak nostaljik turlarla ara sıra uğradığı yerdir.Eminönü ilçesi, bizim Armada Oteli'nin yöneticisi dostumuz Mehmet Tansuğ'un kullandığı bir deyimle "Başını yastığa burada koymayan" nüfusun bölgesidir. Satın alınıp sözde restore edilen harabelerin çoğu oteldir. Bu otellerin de kaçta kaçı gerçekten bu sanatı hakkıyla yerine getirir, ne kadarı kısa ömürde ortalama turistten para kazanır tartışılacak konudur. Eminönü eski sahafların bile önemini ve hizmet öncülüğünü kaybettiği ve ancak bazı yayınevlerinin bulunduğu, okulların ise tercih etmediği bir bölgedir. Konut bölgesinin gelişme göstermesini engelleyecek unsurların başında imalat sektörünün burada bulunması gelir. Bu kadar izbe imalathane ve depo ile Eminönü'nün cazip bir bölge olması mümkün değildir. Bizim neslin hayatı içinde İstanbul'un "İstanbulca konuşan halkı" buradan kaçmıştır. Gelenler eğitimsiz bekar işçiler kalabalığı ve onların sığındığı bir alay garip imalathane ve depodur. Şimdi bir butik oteller kalabalığı bunların yerini almak için didiniyor. Bunlar öbürüne tercih edilse de buraya ne nezafet ne de nezaket ve zarafet getirecekleri şüphelidir. Konuta açılmayan Eminönü bölgesi bu haliyle ancak yakın gelecekte suçluluğa açılabilir. Gerçek anlamda konutlaşmanın, orta sınıfa açılmasının birtakım tedbirlerle teşviki ve temini gerekir. Muhteşem eserler insanlığın dikkatini bu bölgeye çekiyor.

Niçin Eminönü diyoruz? Çünkü Eminönü ne halt edersek edelim elan "1500 yıllık başkentim" diye bağırıyor. Beşer tarihinin iftiharı olan bu kadar eser ve cesim olanların yanında küçük ama muhteşem olanları bu bölgeye bütün insanlığın dikkatini çekiyor. Eğer UNESCO'dan, şuradan buradan birtakım adamlara "Sizi dünya mirası listesinden çıkartırız ha!" gibisinden sinir bozucu laflar ettirmek istemiyorsak, aklımızı başımıza toplamalıyız. Bir kere Türkiye müzelerinin yüzde 70 gelirini getiren Ayasofya ve Topkapı gibi devasa miras buradadır. Onların yanıbaşındaki Arkeoloji Müzesi geliri itibarıyla onlarla baş edemese de zenginlik ve önem bakımından Türkiye'nin çağdaş kültürünün ve arkeoloji ilminin yüz akıdır. Bir de Sultanahmet'teki Türk İslam Eserleri Müzesi gibi zenginliği sayalım. Bu müzeler adası ve etraftaki tarihi sarnıçlar Osmanlı su terazileri, Valens gibi Roma su kemerleri, küçük kiliseler, pandantif gibi camiler her biri mücevher gibi olan 100'e yakın türbe, selatin camileri yanında Sokollu ve Rüstem Paşa gibi mutantan veziri azam camileri bu bölgenin hem ulusal iftihar vesilesi hem de uluslararası önemde bir yer olmasına nedendir. Eminönü nüfusuna dikkat etmek zorundayız. İcabında idaresi için hususi kanun çıkartmak zorundayız. Bütçesini belediye bütçeleri ve gelirleri sistemi içinde düşünmeliyiz. Asayişine ve imar kurallarına istisnai kurumlarla müdahale etmek zorundayız. En başta üniversite olmak üzere devletin ve ardından özel şahısların buraya abuk sabuk binalar yapmasına izin veremeyiz. Yapılan yanlışları en kısa zamanda buldozer marifetiyle temizlemek zorundayız. Bu İstanbul için ikinci bir imar hamlesi demektir ama yapmalıyız. Biz yapamazsak evlatlarımız ve torunlarımız bizlerle alay ederek yapacak. En çok dikkat edilmesi gereken bu bölgede 19'uncu asır devletinin fizik yapılarla somutlaştığını bilmeliyiz ve o eski nezaret binalarını tekrar akıllıca restore edip kullanmayı düşünmeliyiz. Sultanahmet Meydanı'ndaki çirkin adliye binasını -ki maalesef dahi mimarımız Sedad Hakkı bey tarafından yapılmıştır- ve bir gudubet yapı olan büyükşehir belediye binasını hâk ile yeksan yani yerle bir etmenin yollarını düşünmeliyiz. Bazen çirkinliği yıkmak, güzelliğe ve doğruluğa hizmetin en iyi yoludur.
Kaynak: Milliyet PAZAR, 7 Ağustos 2005